23 Ağustos 2010 Pazartesi

Her madde doğada kendiliğinden bulunabilirmi?

HER MADDE DOĞADA KENDİLİĞİNDEN BULUNA BİLİR Mİ.?

“Maddenin, onun varoluş biçimi, içkin özniteliği olarak açıklanan hareketi, en genel anlamda, basit yer değiştirmeden düşünceye kadar, evrende yeralan bütün değişiklikleri ve süreçleri kapsar.” Descartes, dinginliğin harekete göreli olduğunu kaydediyordu. Kıyıdan uzaklaşan bir geminin pupasında oturmuşsam, gemiye göre duruyorum, ama karaya göre hareket halindeyim; oysa toprağın kendisi de güneşle ilişkisi bakımından hareket halindedir. Güneşin kendisi de hareket halinde bir yıldızdır ve bu böylece sonsuza kadar gider. Ama, Descartes’a göre, hareket, yer değiştirmeyle sınırlanmıştır: geminin bir yerden bir yere gitmesi, elmanın masanın üzerinde yuvarlanması gibi. Bu, mekanik harekettir. Oysa hareketin gerçeği, mekanik hareketle sınırlı değildir. Bir otomobil saatte yetmiş kilometre hızla gidiyor: bu mekanik bir harekettir. Ama hepsi bu kadar değildir; yer değiştiren otomobil, yavaş yavaş durum değiştirir; motoru, lastikleri aşınır. Bundan başka yağmur, güneş vb. otomobil üzerinde etki yapar. Her ne kadar biz, “bu aynı arabadır” dersek de, bin kilometre yapmış olan bir taşıt başlangıçtakinin aynı değildir. Bir an gelecek bazı parçalarını yenilemek, karoserini yeniden yapmak gerekecektir vb. — ta arabanın bütün bütüne kullanılamaz hale geleceği güne kadar. Ve işte, doğada da durum aynıdır. Doğada hareketin çok çeşitli görünümleri vardır: yer değiştirme, ama aynı zamanda doğanın ve şeylerin özelliklerinin dönüşümü (ömeğin, bir cismin elektriklenmesi, bitkilerin büyümeleri, suyun buhar haline geçmesi, yaşlılık vb.). Büyük İngiliz bilgini Newton (1642-1727) için, hareket, mekanik hareketle, yer değiştirmeyle sınırlanmıştı. Böylece evren, durmadan aynı süreci oluşturan çok büyük bir saatle karşılaştırılabiliyordu, böylece, o, gezegenlerin yörüngelerini sonsuz olarak kabul ediyordu. 18. yüzyıldan beri bilimlerdeki ilerleme, hareket kavramını önemli bir şekilde zenginleştirdi. İlkin, 19. yüzyılın, başlangıcında, enerjinin dönüşümü bulundu. Gitmekte olan otomobil örneğini yeniden ele alalım. Büyük bir hızla giden araba bir ağaca çarpıyor ve ateş alıyor. “Madde kaybı” var mıdır? Hayır, alevler içindeki otomobil de, hızla giden otomobil gibi maddi bir gerçektir; ama bu, maddenin yeni bir görünümü, yeni bir niteliğidir. Madde yokolmuyor, ama biçim değiştiriyor. Maddenin biçim değiştirmeleri, ancak madde ile oluşan hareketin dönüşümünden başka bir şey değildir: madde, harekettir; hareket, maddedir. Çağdaş fizik, enerjinin dönüşümünün varlığını bize öğretir; enerji ya da hareketin niceliği, tamamen yeni bir biçim alırken, kendini korur; enerjinin bürünebileceği biçimler çok çeşitlidir. Çarpma sonucunda benzini ateş alan otomobil olayında, patlarlı motorda kinetik enerji haline dönüşen kimyasal enerji şimdi artık bütünüyle ısı (ısı veren enerji) haline geçiyor. Öte yandan da, ısı veren enerji (ısı) de kinetik enerjiye dönüşebilir: bir lokomotifte tutulan ısı, mekanik bir harekete dönüşür, çünkü lokomotif yer değiştirir. Mekanik enerji, elektrik enerjisine dönüşebilir: santralı “döndüren” çağlayan, elektrik enerjisi oluşturur. Karşılığında, elektrik enerjisi (akım) mekanik enerjiye dönüşür, yani motorları işletir. Ya da elektrik enerjisi, ısı enerjisine dönüşür: ısı verir (elektrikle ısınma). Aynı şekilde elektrik enerjisi kimyasal enerji verebilir: belirli koşullarda bir elektrik akımı suyu oksijen ve hidrojene ayrıştırır. Ama kimyasal enerji de elektrik enerjisine dönüşebilir (hidroelektrik pil) ya da mekanik enerji haline geçer (patlarlı motor), ya da ısı enerjisi olur (kömürün sobada yanması) vb.. Bütün bunları saymak sayfalar tutabilir. Bütün bu dönüşümler, hareket halindeki maddeden başka bir şey değildirler. Görülüyor ki, bu dönüşümler, her ne kadar onları da içine alıyorlarsa da basit yer değiştirmeden, ya da yerin değişmesinden çok daha zengindirler. Enerji dönüşümünün bulunuşundan başka, evrimin bulunuşu da hareket kavramını son derece zenginleştirdi. İlkin fizik evrenin evrimi. 18. yüzyılın sonuna varıldığında, Kant ve Laplace evrenin bir tarihi olduğunu buldular. Evren, Newton’un inandığı gibi, kendini yinelemekten uzaktır, evren değişmedir: yıldızlar (güneş dahil), gezegenler (dünya dahil) sürüp gitmekte olan hayranlık verici bir evrimin ürünüdürler. O halde, Newton’un dediği gibi, evrenin bölümleri yer değiştirirler demek, yeterli değildir, onların durum değiştirdiklerini de söylemek gerekir. Demek oluyor ki, evrenin bu küçük parçasının, yeryuvarlağının uzun bir tarihi vardır (beş milyar yıl sanılıyor), yeryüzünün tarihini jeoloji inceler. Aynı şekilde, yıldızlar oluşur, gelişir ve ölürler. Sovyet astrofizikçisi Ambartsumyan, kısa zaman önce, daima yeni yeni yıldızların doğduğunu buldu. İşte evren durmadan değiştiği içindir ki, onun, gene Newton’un düşündüğü gibi bir “ilk devindirici”ye gereksinmesi yoktur. Hareket, dönüşme olanağını kendinde taşır. Evren, kendi öz değişmesidir. Canlı maddeye gelince, o da, aynı şekilde, kesintisiz bir evrim sürecine tabidir. Yaşamın en yoksul aşamalarından başlayarak, bitki ve hayvan türleri oluşmuşlardır. Bugün artık yüzyıllar boyunca din tarafından yayılan şu efsaneye değer vermek olanaklı değildir: Tanrı, kesin olarak değişmez türler yarattı. Darwin sayesinde (19. yüzyıl), bilim gösterdi ki, canlı türlerin akla durgunluk verecek çeşitliliği çok basit bir kaç varlıktan, tekhücreli tohumlardan çıkmadılar, (“her bitkisel ve hayvansal organizmanın, kendisinden başlayarak çoğalma ve farklılaşma yoluyla geliştikleri birim olarak hücrenin bulunuşu”bu tohumların kendileri de bir şekilsiz albüminden çıkmışlardır. Türler, aralarındaki ve kendileri ile çevre arasındaki karşılıklı etkinin sonucu, kendilerini dönüştürmüşler ve dönüşmeyi sürdürmektedirler. “İlk hayvanlardan da, temeldeki yeni farklılaşma ile, hayvanların sayısız sınıfları, takımları, familyaları, cinsleri ve türleri; en sonunda da sinir sisteminin tam gelişmesine eriştiği biçim, omurgalı hayvanlar ve gene en sonunda omurgalılar arasında doğanın kendi bilincine eriştiği omurgalı, yani insan gelişti.” Demek ki, tüm doğa —fizik, evren, canlı doğa— harekettir. “Hareket, maddenin varoluş biçimidir. Hiçbir zaman, hiçbir yerde, hareketsiz madde ne olmuştur, ne de olabilir. Evren uzayında hareket, her gökselcisim üzerinde daha küçük kütlelerin mekanik hareketi; ısı, elektrik ya da manyetik akım biçiminde moleküler titreşim; kimyasal dağılma ve bileşim; organik yaşam: evrendeki her tekil madde atomu, her belirli anda, bu hareket biçimlerinden herhangi birine, ya da aynı zamanda birçoğuna birden katılır. Her hareketsizlik, her denge, yalnızca görelidir, ancak şu ya da bu belirli hareket biçimine göre bir anlamı vardır. Bir cisim, örneğin yeryüzünde mekanik denge durumunda, mekanik bakımdan hareketsiz durumda bulunabilir. Bu, onun, dünyanın, tüm güneş sisteminin hareketine katılmasını hiç mi hiç engellemediği gibi, en küçük fizik parçacıklarının onun ısısı tarafından koşullandırılan titreşimlere uğramalarını da, atomlarının kimyasal bir süreç gerçekleştirmelerini de engelleyemez. Hareketsiz madde, maddesiz hareket denli akıl almaz bir şeydir.” Astronomi ya da fizik, kimya ya da biyoloji, bilimin inceleme konusu her zaman harekettir. Ama o zaman denilecek ki, bütün bilginler diyalektik materyalizmi niçin kabul etmiyorlar? Kendi somut pratiği içinde, her iyi araştırmacı diyalektikçidir; gerçeği ancak kendi hareketi içinde kavrarsa anlayabilir. Ama pratikte diyalektikçi olan aynı araştırıcı tüm dünyayı düşündüğü zaman ya da dünya üzerindeki kendi özeylemini düşündüğü zaman, artık diyalektikçi değildir. Niçin? Çünkü o zaman yeniden, bir ****fizik dünya anlayışının —dinin ya da okulda öğrenilmiş felsefenin— otoritesi altına girer, bu öyle bir dünya anlayışıdır ki, bilim adamının, hiç de kuşkulanmadan, hatta “düşüncesinin özgür” olduğunu sandığı anda bile şu ya da bu biçimde teneffüs ettiği yaygın önyargıların karması olan geleneğin ağırlığını taşır. Deneysel olarak atomları incelerken pekala tanrısız da olabilen böyle bir fizikçi, laboratuvarından çıktığında, tanrıyı, yeniden bulur; bu inanç, onun için “kendiliğinden-gelme” bir şeydir. Mikroorganizmaların incelenmesinde uzman olan böyle bir biyoloji bilgini, en küçük. bir siyasal sorun karşısında bir çocuk gibi eli böğründe kalır. Bu fizikçi, şu biyolojist, bir çelişkinin, bilgince pratikleri ile dünya anlayışları arasındaki çelişkinin kurbanıdırlar. Onların pratiği diyalektiktir (ve ancak diyalektik olduğu ölçüde de etkili olabilir). Ama bütünü içinde onların dünya anlayışları ****fizik olarak kalır. Yalnız diyalektik materyalizm bu çelişkiyi aşabilir: diyalektik bilgini, oluş halindeki bir tüm olarak evren (doğa ve toplum) konusunda nesnel bir anlayışa ulaştırır; ve işte bununla da ona, kendi pratiğini (uzmanlığını) her şeyin birbirine bağlı oldukları bir bütün, bir birlik içine doğru olarak yerleştirme olanağını sağlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder